Bu
konuda söylenebileceklerin, en doğru çözümü işaret
edemeyebileceğini varsayarak yazının başlığı
"Olası çözümler" seçilmiştir.
1-
Paranın negatif "feedback" tarzında kendi
kendini kontrol etmesi şeklinde gelişecek olan olası
çözüm en gerçekçi olanıdır.
Çalışanlarımızın
ve aile bireylerinin çoğu zorunlu olarak SSK'nın sağlık
sigortası altındadır. Ayrıca, Özel Sağlık
Sigortasından faydalanan ülkemizin çok küçük bir
insan kitlesi de mevcuttur (ülkemizde 150-200.000 kişi).
Özel sağlık uygulamaları ülkemizde yaklaşık
8 yıl önce başlamış, ancak insanımızın
bu konuya eğilimi son 3-4 yılda belirginleşmiştir.
Sağlık sigortasında prim üretimi 1992'de 122
milyar, 1993'de 357 milyar, 1994'de ise 1 trilyon 20 milyar
TL'dir. Özel sağlık uygulamasının önündeki
en önemli zorluk prim ödeme mecburiyetidir. Çoğu özel
şirket, çalışanlarını bu sistemden
faydalandırmak istemesine rağmen, çifte prim olayı
yüzünden özel sigortalardan uzak durmaktadır. Buna karşın,
yeterli sağlık hizmeti alamamaktan da yakınmaktadır.
Çalışanlarımız için temel sorun ise,
kalitesiz ve gecikmeli sağlık hizmetidir.
Bir
diğer sorun, kayıtların yeterli şekilde
tutulmamasıdır. İnsanlarımızı doğru
biçimde sigortalandırmak için, tıbbi geçmişleri
hakkında detaylı ve doğru bilgilere ulaşılabilmelidir.
Hazırlanmış patoloji preparatının
veya yapılmış olan radyoloji tetkiklerin kliniğin
malı
olduğu
artık kavranmalı ve bu tetkikler,
daha sonraki tetkiklere taban oluşturması ve doğru
istatistik elde edilmesi için uygun şekilde korunmalıdır.
Radyoloji kliniklerinin görevinin film çekmek değil,
yapılan tetkiklerin yorumlarını klinisyenlere
sunmak olduğu ve esas değerin daha önceki
tetkiklerle yapılacak kıyaslamak ve takip olduğu
unutulmamalıdır.
Özel
hastaneciliğin yeteri kadar gelişmemiş ve yaygınlaşmamış
olması da, diğer bir sorundur. Özel hastanelerin
yatak kapasitesi, toplamın ancak % 3.7'sidir.
Yükselen kapital değerler
ile siyasi akımlarla bu yön değiştirilmezse,
en kısa sürede yasal düzenlemede uygun değişiklikler
yapılmalıdır. Böylece, SSKyerine Özel Sağlık
Sigortaları ağırlık kazanacak ve kapsadığı
insan kitlesini genişletecektir. Şirketlerin, pazar
payı kapmak amacıyla, işverenlere uygun koşullarda
yaklaşacaklarını da varsayarak (grup sigortası
gibi), bir çok gelişmiş ülkede olduğu gibi,
ülkemizde de özel sağlık sigorta sistemi yerleşecektir.
Prim politikalarındaki uygun değişiklikler ile
pahalı tetkikler ve üst radyolojik tetkiklere ciddi sınırlamalar
getirilebilecektir. Bu sınırlama, MR ve BT gibi
pahalı uygulamaların gereksiz kullanılışını
kısıtlayacaktır.
Uluslararası
standartlar ile belirlenecek olan tetkik sisteminin uygulanması
hastada oluşabilecek "kandırılıyor
muyum?" düşüncesini de silecektir. Sağlık
kuruluşu ile sigorta şirketi arasında yapılacak
olan parasal antlaşmalar, prim için ayrılan paranın
en azından bir bölümünü alacaktır. Bunun örneğini
yakın zamanlara kadar SSK'ya çalışan görüntüleme
merkezlerinde yaşadık. Bu noktaya gelindiğinde,
işini iyi yapan görüntüleme merkezlerinin daha çok
hastası olacağını, buna karşın o
ana kadar prim ile iş yapan merkezlerin ise belirgin
şekilde hasta kaybedeceğini varsaymak çok yersiz olmasa gerek.
Bu olası çözüm ile sorun
ortadan kalkacak mı? Bu süreci tamamlamış olan ülkelerde
prim sistemi yok mu? Veya özel sağlık sigortası
yapan şirketlerin ağırlık kazanması yüzbinleri
bir yönüyle de olsa kötü şekilde etkilemez mi? Bunu tamamıyla
ortadan kaldırmak mümkün değil gözüküyor. Gelişmiş
ülkelerde de prim sistemi değişik boyutlarda görülmektedir
(bahsedilen yaklaşımı ideal çözüm olarak
görmeyip,
sadece kötünün iyisi olarak yorumlamak daha doğru olacaktır).
Ancak, prim vermeden veya almadan yaşamak isteyen doktorların
da mesleklerini onurlu bir şekilde yapmaları daha iyi
olmaz mı?Bu süreçte daha çok sayıda insanımızın
sigortalı olması için uygun çalışmaları
devletimizden beklemek çok mu yersiz? Sistemin bir diğer
avantajının da, SSK'nın azalan hasta yükü ile
birlikte artacak sağlık hizmeti kalitesi olduğu
unutulmamalıdır.
2-
Diğer olası bir çözüm tetkik isteğinde bulunan
klinisyenlerin üst radyolojik tetkikler hakkında daha
bilgili olmasıdır
(çalışan hekimlerin
onurlu çalışıp çalışmayacakları
tartışmanın konusu değildir). Özellikle iletişimin
sınırsızlaştığı günümüzde, tıbbın
evrensel boyutlara taşınması, dolayısıyla
paranazal sinüs grafisi olmadan BTtetkikinin yapılamaz olduğu
gerçeğinin herkes tarafından öğrenilmesi
gerekmektedir.
a-
Tabip odalarının görünümsel olmaktan sıyrılıp,
kendi meslektaşları adına güç odağı oluşturması
gerekmektedir. Değişen hükümetlerden etkilenen tıp
ve ihtisas eğitimi düzeyinin oluşturduğu sorunların
temizlenmesi pek kolay değildir. Yurtdışından
transfer ile gelerek ihtisas kadrosunu dolduran yüzlerce insan 50
kişi kapasiteli fakültelere 300 kişinin alınması
ve her önüne gelen yere Tıp Fakültesi açılması,
tüm tabip odalarının protestolarına rağmen,
Ankara'nın bunları ciddiye bile almaması ürkütücü
değil mi?.. Bizim ve mesleğimiz için neyin doğru
olduğuna artık lütfen
Ankara
karar vermesin!.. Tabip odalarının güç kazanması
ile hekimlik onurunu daha düzeyli olarak görmek mümkün olacaktır.
b-
İhtisas sonrası akademik kariyer yapmak isteyen veya bir
konuda araştırma yapmak isteyen (ABD'deki karşılığı
"Fellowship") ve yaşanılması imkansız
ekonomik koşullarda yaşamayı da
kabul
eden
,
değerli binlerce doktorumuzun üniversitelerin kapılarından
açıklanamaz nedenlerle geri çevrilmesi garip değil
mi?.. 60 ve 70'li yıllarda hızla gelişen teknolojik
devrim, bu yılları izleyen kısa dönemde çok sayıda
insanın çeşitli bilim dallarında akademik kariyer
elde etmelerini sağladı. Bugün dünyada yapılmaya
çalışılan, bu teknolojik devrim içinde gelişimini
tamamlamış gençlere yeni alanlar bulmak ve mevcut
kadroları mümkün olduğunca genişletip verimli kılmaktır.
Bu gençler yeni teknolojik bilimlerin yatırımlarıdır.
Türkiye'de yeterli teknoloji transferi (ülkemizdeki BT ve MRG
cihaz sayısı, Kanada'nın sahip olduğundan
fazladır) ve benzer genç insanlar olmasına rağmen,
ne bu konuda çalışan bir kurum ne de bunu görebilecek
klinik yöneticilerimiz var.
c-
Dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinde uygulanan
"Malpractice" yasasının ülkemizde de
uygulanmasına en kısa zamanda başlanmalıdır.
Bu yasa ile hangi uygulamanın hangi kişiler tarafından
ve ne şekilde yapılacağı netleşecektir.
Hastanın sağlığında karar verici olan
bizlerin dünyanın gelişen tıbbi bilgilerine yaklaşmamızı
ve hastalar veya tanısal tetkikler üzerinde daha dikkatli
olmamızı gerektirecektir. "Malpractice" yasasının
tıbbi hataları hedef almasının yanında, tıbbi
bilgilere sahip hukukçularımızın varlığı
ile birçok hukuksal önlemlerin alınacağı
unutulmamalıdır.
d-
Ülkemizde uygulanan "Tıpta Uzmanlık Sınavı",
dezavantajları olsa da, toplumsal bir değişim yaşadığımız
bu dönemde, adaletli bir yöntem olarak birçok çevrelerce
kabul
görmektedir. Çok daha önemlisi, bu sınava çalışırken
çoğu tıp öğrencisinin veya mezun olmuş
doktorumuzun tıbbi bilgisini geliştirdiğidir. Buna
karşın, ihtisasını bitiren hekimlerimize, sınava
girecek hekimin klinik şefinin de içinde olduğu 4-5 kişiden
kurulu bir sınav kurulu tarafından, çoğu zaman
formalite bir sınav yapılmaktadır. Oysa ki, bir
doktora uzmanlık belgesi vermek bir kişiyi ihtisas eğitimine
almaktan daha büyük sorumluluk değil midir? Yapılması
gereken, uzmanlık eğitim sürelerinin tekrar düzenlenmesi
ve uzmanlık sınavının daha ciddi hale
getirilmesidir.
3-
Olasılığı az diğer bir çözüm, bir
meslektaşımızın (?) kimlere ne kadar zamandır
ve ne kadar prim verdiğini, vergi memurları bizlere çok
sık uğruyor demeyi bırakıp, yapmış
olduğu üst radyolojik tetkiklerin yüzde kaçına fatura
kestiğini açıklaması ile olabilir (veya hiç
sesini çıkarmaması da tercih edilebilir).
Bunun,
bugün sesi pek çıkmayan birçok kişiye cesaret vermesi
ve yazının başından beri olası olarak
tartıştığımız çözümlerin yönünü
ve hızını olumlu yönde bir çırpıda değiştirmesi
beklenebilir.
Saygılarımla,
Hoşçakalın.
* Radyoloji Uzmanı
|