PRİM ve GEREKSİZ ÜST RADYOLOJİK TETKİKLERE OLASI  ÇÖZÜMLER:    

  TÜRKİYE'DE ÖZEL SAĞLIK SİGORTASI

 

   HEKİM FORUMU, İstanbul Tabib Odası, Ocak 1997
   Dr. Orhan Konez

Bu konuda söylenebileceklerin, en doğru çözümü işaret edemeyebileceğini varsayarak yazının başlığı "Olası çözümler" seçilmiştir. 

1- Paranın negatif "feedback" tarzında kendi kendini kontrol etmesi şeklinde gelişecek olan olası çözüm en gerçekçi olanıdır.  Çalışanlarımızın ve aile bireylerinin çoğu zorunlu olarak SSK'nın sağlık sigortası altındadır. Ayrıca, Özel Sağlık Sigortasından faydalanan ülkemizin çok küçük bir insan kitlesi de mevcuttur (ülkemizde 150-200.000 kişi). Özel sağlık uygulamaları ülkemizde yaklaşık 8 yıl önce başlamış, ancak insanımızın bu konuya eğilimi son 3-4 yılda belirginleşmiştir. Sağlık sigortasında prim üretimi 1992'de 122 milyar, 1993'de 357 milyar, 1994'de ise 1 trilyon 20 milyar TL'dir. Özel sağlık uygulamasının önündeki en önemli zorluk prim ödeme mecburiyetidir. Çoğu özel şirket, çalışanlarını bu sistemden faydalandırmak istemesine rağmen, çifte prim olayı yüzünden özel sigortalardan uzak durmaktadır. Buna karşın, yeterli sağlık hizmeti alamamaktan da yakınmaktadır. Çalışanlarımız için temel sorun ise, kalitesiz ve gecikmeli sağlık hizmetidir. 

Bir diğer sorun, kayıtların yeterli şekilde tutulmamasıdır. İnsanlarımızı doğru biçimde sigortalandırmak için, tıbbi geçmişleri hakkında detaylı ve doğru bilgilere ulaşılabilmelidir. Hazırlanmış patoloji preparatının veya yapılmış olan radyoloji tetkiklerin kliniğin malı olduğu artık kavranmalı ve bu tetkikler, daha sonraki tetkiklere taban oluşturması ve doğru istatistik elde edilmesi için uygun şekilde korunmalıdır. Radyoloji kliniklerinin görevinin film çekmek değil, yapılan tetkiklerin yorumlarını klinisyenlere sunmak olduğu ve esas değerin daha önceki tetkiklerle yapılacak kıyaslamak ve takip olduğu unutulmamalıdır. 

Özel hastaneciliğin yeteri kadar gelişmemiş ve yaygınlaşmamış olması da, diğer bir sorundur. Özel hastanelerin yatak kapasitesi, toplamın ancak % 3.7'sidir.  Yükselen kapital değerler ile siyasi akımlarla bu yön değiştirilmezse, en kısa sürede yasal düzenlemede uygun değişiklikler yapılmalıdır. Böylece, SSKyerine Özel Sağlık Sigortaları ağırlık kazanacak ve kapsadığı insan kitlesini genişletecektir. Şirketlerin, pazar payı kapmak amacıyla, işverenlere uygun koşullarda yaklaşacaklarını da varsayarak (grup sigortası gibi), bir çok gelişmiş ülkede olduğu gibi, ülkemizde de özel sağlık sigorta sistemi yerleşecektir. Prim politikalarındaki uygun değişiklikler ile pahalı tetkikler ve üst radyolojik tetkiklere ciddi sınırlamalar getirilebilecektir. Bu sınırlama, MR ve BT gibi pahalı uygulamaların gereksiz kullanılışını kısıtlayacaktır. 

Uluslararası standartlar ile belirlenecek olan tetkik sisteminin uygulanması hastada oluşabilecek "kandırılıyor muyum?" düşüncesini de silecektir. Sağlık kuruluşu ile sigorta şirketi arasında yapılacak olan parasal antlaşmalar, prim için ayrılan paranın en azından bir bölümünü alacaktır. Bunun örneğini yakın zamanlara kadar SSK'ya çalışan görüntüleme merkezlerinde yaşadık. Bu noktaya gelindiğinde, işini iyi yapan görüntüleme merkezlerinin daha çok hastası olacağını, buna karşın o ana kadar prim ile iş yapan merkezlerin ise belirgin şekilde hasta kaybedeceğini varsaymak çok yersiz olmasa gerek.

Bu olası çözüm ile sorun ortadan kalkacak mı? Bu süreci tamamlamış olan ülkelerde prim sistemi yok mu? Veya özel sağlık sigortası yapan şirketlerin ağırlık kazanması yüzbinleri bir yönüyle de olsa kötü şekilde etkilemez mi? Bunu tamamıyla ortadan kaldırmak mümkün değil gözüküyor. Gelişmiş ülkelerde de prim sistemi değişik boyutlarda görülmektedir (bahsedilen yaklaşımı ideal çözüm olarak görmeyip, sadece kötünün iyisi olarak yorumlamak daha doğru olacaktır). Ancak, prim vermeden veya almadan yaşamak isteyen doktorların da mesleklerini onurlu bir şekilde yapmaları daha iyi olmaz mı?Bu süreçte daha çok sayıda insanımızın sigortalı olması için uygun çalışmaları devletimizden beklemek çok mu yersiz? Sistemin bir diğer avantajının da, SSK'nın azalan hasta yükü ile birlikte artacak sağlık hizmeti kalitesi olduğu unutulmamalıdır. 

2- Diğer olası bir çözüm tetkik isteğinde bulunan klinisyenlerin üst radyolojik tetkikler hakkında daha bilgili olmasıdır (çalışan hekimlerin onurlu çalışıp çalışmayacakları tartışmanın konusu değildir). Özellikle iletişimin sınırsızlaştığı günümüzde, tıbbın evrensel boyutlara taşınması, dolayısıyla paranazal sinüs grafisi olmadan BTtetkikinin yapılamaz olduğu gerçeğinin herkes tarafından öğrenilmesi gerekmektedir. 

a- Tabip odalarının görünümsel olmaktan sıyrılıp, kendi meslektaşları adına güç odağı oluşturması gerekmektedir. Değişen hükümetlerden etkilenen tıp ve ihtisas eğitimi düzeyinin oluşturduğu sorunların temizlenmesi pek kolay değildir. Yurtdışından transfer ile gelerek ihtisas kadrosunu dolduran yüzlerce insan 50 kişi kapasiteli fakültelere 300 kişinin alınması ve her önüne gelen yere Tıp Fakültesi açılması, tüm tabip odalarının protestolarına rağmen, Ankara'nın bunları ciddiye bile almaması ürkütücü değil mi?.. Bizim ve mesleğimiz için neyin doğru olduğuna artık lütfen Ankara karar vermesin!.. Tabip odalarının güç kazanması ile hekimlik onurunu daha düzeyli olarak görmek mümkün olacaktır. 

b- İhtisas sonrası akademik kariyer yapmak isteyen veya bir konuda araştırma yapmak isteyen (ABD'deki karşılığı "Fellowship") ve yaşanılması imkansız ekonomik koşullarda yaşamayı da kabul eden , değerli binlerce doktorumuzun üniversitelerin kapılarından açıklanamaz nedenlerle geri çevrilmesi garip değil mi?.. 60 ve 70'li yıllarda hızla gelişen teknolojik devrim, bu yılları izleyen kısa dönemde çok sayıda insanın çeşitli bilim dallarında akademik kariyer elde etmelerini sağladı. Bugün dünyada yapılmaya çalışılan, bu teknolojik devrim içinde gelişimini tamamlamış gençlere yeni alanlar bulmak ve mevcut kadroları mümkün olduğunca genişletip verimli kılmaktır. Bu gençler yeni teknolojik bilimlerin yatırımlarıdır. Türkiye'de yeterli teknoloji transferi (ülkemizdeki BT ve MRG cihaz sayısı, Kanada'nın sahip olduğundan fazladır) ve benzer genç insanlar olmasına rağmen, ne bu konuda çalışan bir kurum ne de bunu görebilecek klinik yöneticilerimiz var. 

c- Dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinde uygulanan "Malpractice" yasasının ülkemizde de uygulanmasına en kısa zamanda başlanmalıdır. Bu yasa ile hangi uygulamanın hangi kişiler tarafından ve ne şekilde yapılacağı netleşecektir. Hastanın sağlığında karar verici olan bizlerin dünyanın gelişen tıbbi bilgilerine yaklaşmamızı ve hastalar veya tanısal tetkikler üzerinde daha dikkatli olmamızı gerektirecektir. "Malpractice" yasasının tıbbi hataları hedef almasının yanında, tıbbi bilgilere sahip hukukçularımızın varlığı ile birçok hukuksal önlemlerin alınacağı unutulmamalıdır. 

d- Ülkemizde uygulanan "Tıpta Uzmanlık Sınavı", dezavantajları olsa da, toplumsal bir değişim yaşadığımız bu dönemde, adaletli bir yöntem olarak birçok çevrelerce kabul görmektedir. Çok daha önemlisi, bu sınava çalışırken çoğu tıp öğrencisinin veya mezun olmuş doktorumuzun tıbbi bilgisini geliştirdiğidir. Buna karşın, ihtisasını bitiren hekimlerimize, sınava girecek hekimin klinik şefinin de içinde olduğu 4-5 kişiden kurulu bir sınav kurulu tarafından, çoğu zaman formalite bir sınav yapılmaktadır. Oysa ki, bir doktora uzmanlık belgesi vermek bir kişiyi ihtisas eğitimine almaktan daha büyük sorumluluk değil midir? Yapılması gereken, uzmanlık eğitim sürelerinin tekrar düzenlenmesi ve uzmanlık sınavının daha ciddi hale getirilmesidir. 

3- Olasılığı az diğer bir çözüm, bir meslektaşımızın (?) kimlere ne kadar zamandır ve ne kadar prim verdiğini, vergi memurları bizlere çok sık uğruyor demeyi bırakıp, yapmış olduğu üst radyolojik tetkiklerin yüzde kaçına fatura kestiğini açıklaması ile olabilir (veya hiç sesini çıkarmaması da tercih edilebilir). Bunun, bugün sesi pek çıkmayan birçok kişiye cesaret vermesi ve yazının başından beri olası olarak tartıştığımız çözümlerin yönünü ve hızını olumlu yönde bir çırpıda değiştirmesi beklenebilir. 

Saygılarımla, Hoşçakalın. 
* Radyoloji Uzmanı 
 

Ana sayfa              iletisim